GECE SEN VE BEN
Gece memeleri sarkmış bir ana gibi acı sütüyle karanlığı emziriyor. Dikenleri öksüz kalmış, bir gül ağlıyor dizlerimde. Şafak vakti beni türkülerle karşıla, taze ekmek kokan umutları besleyen. Ey sevgili uzat elini. Tut beni. Sarp bir kayadan kendini aşığı salan sular gibi yamaçlara çarparak düşebilirim gözlerinin uçurumundan. Bir yanım gecede kaldı. Bir yanım karanlık.Çırılçıplak düşlerim üşür. Koynunda ısıt elerimi. Nefesin değsin kirpiklerime... Genç bir sarmaşık dalının narin sarışı boynuma dolanan kolların. Memelerin avuçlarımda büyürken kokun sinsin tenime. Güneşten ateş çalmaktır dudaklarını öpüşler. Tuz kokan, dalgaları sabah rüzgarlarında savrulmuş saçların dağılsın örtsün yüzümü. Sürülmüş topraklara salınmış bir ırmağın coşkusuyla akarım sana. Sararım dört bir koldan. Tomurlanan çiçeğe can. Canında kan olurum damar damar. Ve askılı siyah sedef geceliğini sıyırıp çıkartır gece. Çırılçıplak bedenini güneşe sunar şehvetli bir kadın gibi. Bir bardak suda yıkanan aydınlık gün olur karanlık. Ben sende günde yıldız olur yiterim.
SU VE TOPRAK
Suya verdim dişlerimi, aldı gitti. Topağa saçtım umutlarımı aldı büyüttü. Suya attığım düşlerim, toprağa saçtığım umutlarımdı sevdam. Hiç seslendirilmemiş bir şarkı gibi umarsızdı sevdiklerim. Yalnızlığımdı içimde yankılanan sesim. Uykusuz gecelerimin marifetiydi gözlerimin altındaki şişler. Bir yaz yağmuru gibi ıslatıp gittin. Oysa toprak gibi sıcak saran kollarında sabahlar ışımalıydı. Şimdi her zamankinden daha yorgun uzanıyorum hayata. Demiri tavında döven, şekil veren ellerim hala sıcaklığınla yanıyor. Dağlarda ateşler yaktım yıldızları ısıtmak için. Ayrılık türküleri ile uğurladım, oysa içli yanık aşk şarkılarıyla beklemiştim seni gözlerim yollarda. Dışarıda bahar kokuyor hava. Ama yüreğim kar altında kalmış Alpler kadar yalnız atıyor. Neden bilmiyorum birden yuvarlanıp düştüm kederimin kollarına. Bir sevgili gibi sarıyor beni hüznüm. Sanki hiç bir çaresi yokmuş gibi inadına canım sıkılıyor. Seni düşünmek bu kadar zor, bu kadar güzel ve bu kadar özlem dolu iken nasıl yaşanır bilmiyorum. Bir kaç günlüğüne demiştik ayrılırken, yıllar oldu seni görmeyeli. Sesini duymayalı. Ellerim işe varmaz oldular. Gönlüm sarhoş masalarında unutulmuş kadeh gibi sarhoş ve kırılgan şimdi. Bir düş mü gördüm, hiç bir zaman gerçekliği olmayan. Bir başına yolları arşınlarken. Bir nehir kıyısında ellerim cebimde dolanırken. Yada Tuna boylarından sürüp gelen bir türkü çalarken radyoda. Fabrika çıkışı yorgunluğumu sırtladım umutlarım çıkınımda. Omzumu verdim dağlara sırtımı yasladım yamaçlarına Şimdi bir şeyler yazmalıyım. Yüksek sesle okunacak bir şeyler olmalı. Okunduğunda yüreğini coşkuyla dolduran. Dostlarımızla gururla paylaşmağa değer. Aşktan söz etmeliyim belki. Hayır, hayır bir yığın lakırdı etmemeliyim. Hayattan söz etmeliyim. Sıcak bir şeyler olmalı içinde seni gülmeye davet eden. Kederli ayrılıklar olmasın içinde özlemleri kışkırtan. Bir şeyler yazmalıyım Seni bana ve hayata ilmik, ilmik bağlayan bir şeyler olmalı. Kederlerden uzak kabına sığmayan düşlerimden söz etmeliyim. Birilerinin " Bu adam çılgın" demelerini de göze alarak. Canımdan öte can gibi sakladığım, kimselere söylemeye kıyamadığım el değmemiş sırlarımı açmalıyım sana. Yüreğimin kapıları ardına kadar açık pazar yeri olmalı. Bir şeyler yazmalıyım. Yürekleri yerinden oynatacak bir şeyler olmalı. Hiç kimsenin akıl edip söylemediği bir şeyler bulup söylemeliyim sana. Sözcükler bu kadar yetersiz kalmamalı sana yazdığımda. Herkes kıskanmalı, içten içe hayıflanmalı neden bunları akıl edemediği için. Sana bu sabah ve her sabah bir şey söylemeliyim. Yürek ateşimle dağladığım bin yıllık türküler gibi sıcak ve esrarengiz. Bir çiğ tanesi, bakir bardaklarda yudumlanan bir damla su hayatımız. Gecenin dallarında yine yıldızlandı sevdamız. Hayatlar vardır silik, puslu havalar gibi keder yüklü, yarını bilinmeyen. Destanlaşan hayatlardan söz etmeliyim. Vardiya çıkışı yorgunlukları alıp götüren. Demire çeliğe şekil veren ellerin marifetinden söz etmeliyim belki de. Yorgunluklarımı soyunur gibi mavi işliğimle yalnızlıkları yıkmalıyım gözlerinin içine durduğumda. Halay, halay coşmalıyım elini tuttuğumda. Dar sokak aralarının loş yalnızlığında öpmeliyim seni. Şehrin geniş meydanlarını koşarak geçmeliyim seninle. Aşkın kahreden zehrini yudumlarken, vazodaki karanfiller ve gecenin yıldızları solmalı.
BENDEKİ SEN
Nisanın ortasındayız, paskalya bayramı. Kar yağıyor dışarıda. Bahar dalına bayram günü kar değdi. Yumurtalar güneşin yedi renginde. Çikolatadan tavşanlar her yerde. Neden diye sorma ben de pek bilmiyorum. Ama her paskalya bayramında, çocukluğumun Üsküdar'ı gelir aklıma. Bizde de bir zamanlar kutlanırdı paskalya bayramı. O zamanlar demek ki Hıristiyan yurttaşlarımız hala alıp başlarını gitmemişlerdi. Geleneklerini de alıp gittiler. Gitsinler istedik, açıktan kimse gidin demese de. Giderlerken kalın diyende olmadı Hiç kimse keyfinden özlemleri göze almaz. Geride sadece götüremedikleri kiliseler, evler ve şurada burada kalmış kırık anıları kaldı. Yumurtalarımızı tokuşturup bahse girerdik. Bilmeden farkında olmadan bizim olmayan bir inancın bayramını yaşardık sevinçle. İnsanın sevinmesi için küçük şeylerde yetiyor. Ve o yaşadığı sevinçler için nedenler bulmak zorunda da değil. Yaşadığı mutlulukları anlaması da gerekmiyor. Anlık sevinçlerden mutluluk devşirmek dediğim şey bu işte. Neden ve niçin sorusuna saplanmadan mutluluğu anlık olduğunu bile bile yaşamak. Şimdi bu satırları sana yazarken neden mutlu olduğumu bilmediğim gibi. Bir nedeni elbet var. Ve o neden şimdi hiç ama hiç önemli değil. Ama şunu biliyorum: Sana yazarken mutlu olmamın nedeni neyse; Senden haberler aldığımda sevinmemin nedeni de o. Her yolculuk, geriye dönüşün umuduyla başlar. Bende parmak hesabı yapıp çıktım yollara. Şimdi parmaklarımın yetmediği yıllar. hesabını yapamadığım günler aylar geçtiğini gördükçe, hesapsız kitapsız yaşamanın daha kolay olduğunu düşünüyorum. Hiç bir şey için söz vermemek, hiç bir şey üzerine yemin etmemek gerek. En sevdiğimin aşkı üzerine yemin etmeyeceğim bir daha. Mektuplar yazmaya devan edeceğim sana. Telefon ve diğer elektronik iletişim olanakları bir yana, inatla, ısrarla elle yazılmış mektuplardan vazgeçmeyeceğim ben. Özenle açılıp zarfına konup saklamasan da usunda kalacak bazı satırlar. İşte bu satırlarda yaşayacağım sende.... Özlemler ayrılıkları, ayrılıklar hüzünleri çağırır.... Özlemlerin büyüklüğü ayrılıkların uzunluğuna eşittir. Ayrılık uzadıkça içindeki uçurum derinleşir yalnızlığın büyür. Sözcüklerle ifade etmesi zor hüzünler sarar yüreğimizi. Unutmaktan korkarız eskiyi. Oysa yıllar geçtikçe uzak geçmiş canlanır. Dün gibi anımsanır, yaşanır olur. Bu da insan beyninin güzel bir yanı... Yakın geçmiş silikleşirken, uzak geçmiş canlanır... Bunu öğrendiğimden beri unutulmaktan korkmuyorum artık. Bu bir teselli biliyorum... Ama insan bu umutları olmasa nasıl yaşar, nasıl sever.... Her yazdığıma bir satırlık da olsa yanıt alma umudu olmasa nasıl yazardım sana... Bak şimdi ikircikli bir duruma düştüm. Bir ses "yazardın" diyor içimden diğeri "yok yazmazdın" derken. Sanırım haklı. Hiç yanıtı olmasa mektuplarımın, yine de yazardım sana. Çünkü ben, bendeki seni seviyorum. Sana yazdığım her mektup, her şiir kendime seni sevdiğimi anlatmak, seni bende yaşatmak.... Bendeki seni sevdiğim kadar seviyorum uzaktaki seni....
SEN VE SEHIR
Bu nehir akar, akar da sanki varmaz bir yere. Su dediğin mavi akmalı. Munzur gibi. Aktıkça coşmalı. Bu nehir akar, ne dibini gösterir ne de rengi mavi. Kasabaları böler, şehirleri orta yerinden ikiye ayırır. Akar yeşilin koynunda. Yar koynuna süzülen bir sevgili gibi. Yürüyorum yollardayım. Elim cebimde, kimseye aldırdığım yok. Kalabalıklar içinde yalnızım. Bildiğin gibi değil. Bilmediğin bana has mülteci yalnızlığım. Zaman içine savrulmuş mekansız düşlerim. Bir yanım kaçak, bir yanım sürgün... Sensiz, yurtsuz kaldım... Küçük bir kız çocuğu tutuyor elimi, çocuklara yaraşan düşlerimde. İpi koparılmış bir uçurtmanın kuyruğunda umutlarım senle uçup gitti. Ve yine o kız çocuğu dağılmış, yerlere saçılmış oyuncakları başında hüzünlü hüzzam dokunuyor her bir oyuncağa. İşte şimdi hiç sebep yokken bunlar geliyor aklıma. Bir de karşılıksız yaşanmış aşklar. Hiç yaşanmamış gibi unutmaya çalıştığım. Her yaşam bir kere yaşanır. Aynı nehre bir kere düşülür. İlk ıslanmadır her ıslanma. Yaşadığımız her aşk ilk aşktır. İlk ve tektir her yaşanmışlık. Çıkılan her yol, uzak yakın ilk yolculuktur. Yürüyorum yollardayım... Bir nehir kıyısında bazen şehrin en kalabalık caddesinde elerim cebimde kaybolmuş çocuk. Sen hep aklımdasın, koluma girmiş gibi yanımda.... Bu Parlâmento binasının önünden geçerdik, dönüp bir kere bakmadan. Şu eski şehir, eski dar sokaklar. En çok oturduğumuz Kafeterya, Ben seni hep burada beklerdim. Yüreği ağzında çıkıp gelirdin gözlerinde o telaş, o zapt etmeyi öğrenemediğin heyecanınla. Yürüyorum bir nehir boyunca, nehrin akıntısına karşı, seni karşılar gibi heyecanlı. Elerim cebimde, üşüyorum. Bütün gerçek bu anda saklı. Geçmiş, gelecek yalan. Aare dedikleri bu nehir akmaz bildiğince, ıslah edilmiş, uslu. Ne rengi mavi ne coşkusu var. Bu şehrin sesi yok, sisi çok. Senle gülen şehir, sensiz ağlıyor. Günlerdir kaldırımlar ıslak. Kafeler boş. Bundusplaz'daki parlâmento Caffe de iki yaşlı eski parlâmenter bir de ben, sanki geleceksin gibi seni bekliyorum, şemsiyesiz saçların ıslak..
SANA YAZMAK GUZEL
Hep böyle olur sana yazmak için oturduğum her seferinde aklıma bir şey gelmez önce. O kadar çok şey paylaştık ki zaman içinde. Sanki neden söz etsem sen hepsini biliyorsun. Bir daha, bir daha anlatmanın sıkıcılığını sana yaşatmamak için susmak gerektiğini düşündüğüm de oldu. Ancak bazen bildiğimiz şeylerin yeniden tekrarı, bizi mutlu etmek için bile yeterli oluyor. İnsan garip bir yaratık. bazen en olmadık şeyleri de seviyor. Örneğin yüreğimin sızısını da seviyorum ben. Yüreğimin bana ettiği oyunu da. Korkmadım dersem yalan olur. Korktum hem de çok. Sana çok komik gelecek belki; Kimseye haber vermeden gideceğim diye korktum en çok da. Dedim ya insan garip bir yaratık. Bütün yaşamım bir sinema şeridi gibi akıp geçti gözlerimin önünden. Sevdiklerim ve sevmediklerim bir resmi geçitte gelip geçti... Bazen biri veya birileri öne çıkıp "ben buradayım" der gibi diğerlerinden ayrılıp belirginleşti, tekrar gerisin geri sıradaki yerlerini aldılar. Ölümün eli de yüzü de soğuk bir tanem. Ama ölümle burun buruna gelmek, yaşamı daha kıymetli kılıyor. Sevgiyi daha anlamlı yapıyor. Bunu bilmek için ölümle burun buruna gelmek mi gerekiyor ? Evet, ne yazık ki öyle. Akıllıyız bilinçliyiz. Düşünmeyi ve alet kullanmayı bilen tek canlıyız. Bütün bunlar doğru. Ancak bunlar ne kadar doğruysa: Vurdum duymaz, yaşadığının farkında olmayan ne yaptığını ne istediğini bilmeyen de yine aynı canlı. Bir papatya kadar bile güneşe ne kadar ihtiyacımız olduğunu bilmiyoruz. Bir ayrık otu kadar bile sevgiyi su edip içmeyi bilmiyoruz. İnsan yaşarken hiç bir şeyin farkında değil. Senin değiminle "bir haber" yaşıyor. Keşke haberli olsak ve değiştirmek için biraz çaba harcasak. Hep iyi güzel yaşamak gibi bir ereğimiz oldu. Kavgalara girdik. Kavgalarımız sıkılı yumruklarımızda erirken yenildik. Bir "yarın" tutturduk ve "bugünü" unutup öylesine yaşadık. Anlık mutlulukları küçümsedik. Anı yaşamaktan ve onda mutu olmaktan kendimizi alı koyduk. Bütün yaşamın tümünde mutlu olmanın olanaksızlığını anlamadık. Yorgunlukların, acıların ve bazen yılgınlıklarla yalnızlıklarında olabileceğini yaşadık ama görmezden, bilmezden geldik. Oysa mutluluklarda diğer her şey gibi anlıktır. İnsan yaşamı, yaşanan anların toplamından oluşan bir bütündür. Öyle sanıldığı kadarda uzun ve sonsuz da değildir. Mutlu olacağımız zamanı sonsuz kılmak yerine, yaşanabilecek her anı değerlendirmek en doğrusu. Sevincimizi paylaşan arkadaşlarla olmak. Severken daha yürekli ve cesur olmak, hiç kimseden korkmadan ve çekinmeden "seni seviyorum" diyebilmek gerek. Her şey söylendiği kadar kolay olsa her şey söylendiği kadar kolay unutulsa ve her şey bir özürle hallolsa yaşam ne kadar kolay olurdu. Bir ömrü güzel yaşamanın zaten olanağı yok. Asıl sorun anı güzel yaşamakta, bunu becerebilmekte. Zaman anların bir toplamıdır ve/veya hayatın kendisi anların toplamından oluşur. Ne kadar güzel an yaşarsak yaşamımız da o kadar güzel olur. Birlikte ya da teker teker yaşadığımız anların toplamında mutluluk... Seni seviyorum demek ne zor ne de yüreğe külfet. Aksine seni düşünüp duyumsamak ve bunu söyleten duygulara erişmek bir ana sığan yaşanmışlık. Bu anların çoğalması için seviyorum seni....
YOLLARDA 1
Ne zaman söze başlasan, korkularını anlattın. İnsanın korkularıyla baş etmesi, korkularından söz etmesi son derece zordur. Korkularından söz etmenin korkusuzluğunu sende gözlemledim. En çok seni severek dinlediğim anların, sevinçlerinden söz ettiğin anlar olmuştur. Sözcükler art arda sıralanıp oluşan tümceler, bir şiirin en güzel dizesi olmaya adaydı hep. Bazen aklımda tutmak sonra yazıp sana vermek istediğim tümcelerin oldu. “Ben şiirden anlamam” dediğinde sana bu savının ne kadar yanlış olduğunu ispatlamak istedim. Sözcüklerin yetmediği yerde düşlerinle bir başına kaldın. Olur olmaz hayaller kurdun. Bütün bunlar utanılacak şeyler değil. Hepimizin kendimizden kaçtığımız, kendimize saklandığımız anlar olur. Seni anlamadığımdan boşuna şikayet ediyorsun. Her seferinde seni anladım. Lafı dolandırdığında ne demek istediğini bildim. Geçen gün ayaklarımızı iskeleden sarkıtıp denize, senin art arda sigara içtiğinde anlattıklarını da anladım. Anlatamıyorum, doğru tümceleri bulamıyorum diye yakındığında bile anlamıştım ben seni. Adını koymakta zorlandığın duyguların devinime geçtiğinde, seni saran yalnızlığında sesine uyandığın gecelerdeki üşümelerini, bir anlık soluksuz kalmalarını ve bütün bunlara neden olan duyguları da biliyorum... Yaşadığın karşılıksız aşklar, aldattığın dostlarının olduğunu da biliyorum. Verdiğin sözleri tutamadığın, sevdiklerinin buruk gülüşlerini anımsadıkça istemin dışında yüreğin burkulur, sesin kırılır, sözcükler asılı kalır havada. Boşuna kaçırma gözlerini benden, bunu hiç beceremiyorsun. Seninle birlikte geride bıraktığımız uzun zor yollar ve yıllarda hep birlikte olduk. Sen ile ben o kadar iç içe geçmiş hayatlar yaşıyoruz ki bunu anlaması da, anlatması da zor. Bir çıkmaz sokak gibi hayatlarımız. Bir türlü gün yüzü görmez düşlerimizle dayanıyoruz her seferinde sabahın kapılarına... Karanlığa değen ellerin ak beyaz. Geceden korkmuyor gülüşlerin. Bakma öyle gözümün içine elbette marifet bunlar. Övünülecek şeyler değil belki ama marifet olduğunu sen de biliyorsun. Kaç arkadaş, kaç dostumuz kaldı korkmadan karanlıktan çıkan. Sen kabul etmesen de, seni iyi tanıyorum... Her söylediğin asıl anlatmak istediğin değil biliyorum. Bir zamanlar beklerdim her şeyi açık açık konuşacağımız bir günün olacağını. Ama biliyorum ki bu olanaksız artık. Sen de biliyorsun bende. Sana anlatmıyorum her şeyi tüm açıklığıyla. Ve artık bunu hiç yapamayacağız. Aramızda sadece ikimizin anladığı bir dil gelişti. Sözcüklerle oynayarak ve onlara başka anlamlar yükleyerek konuşmayı öğrendik. Konuşmak dediğimiz aslında bu değil mi ? Konuşmak sadece sözcüklerin yalın anlamları ile bir düşüncenin bir duygunun ifade edilmesi değil. Bakarak anlattıklarımız, değerek söylediklerimiz de var. Gülerek, ağlayarak anlattıklarımızın olduğu gibi. En çok bu yanını seviyorum. İçin kabardığında ve hüzünler duvarına çarpıp düştüğünde hiç çekinmeden ağlamalarını seviyorum. Kaç kez söyledim bilmiyorum gülmelerin, gülümsemelerin beni hep umutlandırıyor. Anında gülüşünle cesaretleniyorum ve sana inancım büyüyor. Daha önce hiç düşünmedim: Gülüşünün bu gücü belki de ağlamaktan korkmamandır... Ama kabul etmeliyim sen ağlarken gülmek gelmiştir içimden hep. Koca adam öyle bağıra bağıra içini çekerek ağlayınca istemese de komik oluyor. En son izlediğimiz o eski siyah beyaz filimdeki çok yapay sahnelere ağlamıştın. Sanki seni ağlarken ilk kez görecekmişim gibi de bir de göz yaşlarını saklamaya çalışmıştın. Bu çabanla hepten çocuklaşıp komik olmuştun. Bakma böyle bana... Bu söylediklerimin felsefi hiç bir yanı yok ben de biliyorum. Ama buna rağmen anlatmanın da bir sakıncası yok. Son zamanlarda şiirlerini okumadım. Kaleminin sustuğuna pek inanmıyorum ama kalemin sivri ucu yüreğine dönükken pek yapamadığını da biliyorum. Acıları içinde damıtırken sustuğunu ve bu acılardan güç biriktirmek istediğine de çok tanık oldum. Savaştan söz edilmesi bile seni allak bulak ediyor. Hiç bir şey için bir savaşa evet diyebilecek değilsin. Kimsenin sana bir savaşı haklı gösterme şansı yok. Çocuklara bu kadar yakın, bir o kadar kendisi de çocuk olan bir adamın savaşa evet demesi o kadar kolay değil. Elinden gelse tüm ateşli silahları yok edebileceğini de biliyorum. Bazen senin kendin için bile savaşmayacağına inanıyorum. Sana yapılabilecek haksızlıklara ne tepki verdiğini az çok biliyorum, yaşadık bunları seninle... Hep önce kendine döndüğünü, ben neden buna maruz kaldım dediğini de biliyorum. Sana en çok, sana yapılanlara seyirci kalmandan dolayı kızdım. Bazen insanlar senden çok büyük tepkiler beklerken sen oldukça usul sessiz bir tepkiyle her şeyi geçiştirdin. Belki de bu en doğrusuydu. Ve hemen karşı tokat atman belki de onların kendilerini haklı çıkarmaları için bir fırsat olabilirdi. Bu fırsatı vermediğin için mi bilmiyorum ama sana saldıranların bu yüzden sana bir yerden sonra saygı duyduğunu da biliyorum...
YOLLARDA 2
Yaz yağmurlarını sevdiğini çok insan bilmez. Yıllarca birlikte olduğun insanlar bunu hiç öğrenmediler. Örneğin fesleğenleri çok geç tanıdığını ve en çok sevdiğin çiçekler arasına aldığını da çok kimse bilmiyor. Dokunmak, insanın diğer duyu organlarından en farklısı demen bundan... Evet dokununca kokan fesleğenlerin en sevilen çiçekler arasında olması da belki bundan. Sonra papatyalar ve menekşeler. Bu sıradan, kırların en yaygın ve sade çiçekleri ile senin yaşamın arasında sanki koparılmaz bir bağ var. Gülü dikeniyle sevmek dediğin, insanı kusurlarıyla sevmek, verdiği acıdan dolayı insandan kolayca vazgeçmemekti. Dikenlerin verdiği acıyı, gülün kokusuyla sarmasını bildiğini ve bunu hayatına yaydığını da biliyorum. Sana yaptığım ağır eleştiriler karşısında susman, gülümseyerek dinlemen, sonra bir şey olmamış gibi söyleşiyi başka yana çekmen ve devam etmen de beni hep şaşırttı. Böylesi anlarda sana çok kızdığımı biliyor musun bilmiyorum, ama şimdi açıkça söyleyeyim sana; en çok bu anlarda kızdım. Burnundan damlayan yaz yağmuru ile kapının önünde bittiğinde seni öyle sırılsıklam ve güler bulmuş olmak hiç unutamadığım anlarından biri. İçeri girmek yerine beni de dışarı çıkartmak için uğraşıp durdun. Ve bunu başardın da... Şemsiye almak istememe gösterdiğin aşırı tepki ve kolumdan çekip beni dışarı yağmurun altına çekiştirmen hala aklımda. Şimdi kabul etmeliyim ki, o gün saatlerce yağmurun altında olmaktan ve bunu yaşamış olmaktan çok mutluyum... Anılarım arasında hala en taze kalanlardan olması, seninle birlikte yaşadığımızdan mı yoksa yağmurun o ıslatan serinliği ile yakan güzelliğinden mi bilemiyorum. Ama sanırım her ikisinin de payı var bunda... Senin yağmur altında kollarını açıp etrafında dönmelerin ve yüzün havaya çevrilmiş o halin gözlerimin önünde hala. Doğa ve insan, insan ve doğa bir birinin bütünleyeni... Birini diğerinden kopardığımız zaman hayatın daha zorlaştığını yaşadık hep... Dağları sevdiğini bilmek, deniz kıyısını seven benim için hep çekici geldi. Bu sevginin nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalıştım. Ama kendinle olmak istemeni anladıkça bu sevginin daha anlamlı olduğunu gördüm. Yüksek dağ başlarının yalnızlığı gibi bir yalnızlık tutkun var. Kalabalıklar içinde kendinle olmayı becerebilen, tanıdığım az sayıdaki insandan birisin. Seninle boğazda yürüdüğümüz ve Marmara kıyılarında bir çay bahçesinde oturduğumuzda da denizle bir olup sustuğunu gözlemlerken, dağları özlediğini düşündüm hep. Boğaz kıyısında bir kıyıdan diğerine ellerin cebinde dikilip bakarken, en görülmezi görmeni ve bana göstermeni hep şaşarak yaşadım. Kıyı boyunca yolumuzu kesen yalılara kızmanı da garipsedim. Denizle aramıza girmelerine kızman haklıydı aslında. Benim o güne kadar dikkatimi çekmeyen bu araya girişler senin hemen dikkatini çekmişti... Balıkçı teknelerine, boyaları dökülmüş kayıklara bakıp onların silik adlarını okumaya çalışırken, boğazın üzerinde dolanan martıları izleyip sonra denize birden dalmak için pike yaparak inmelerine hayranlıkla bakarken bir an beni unuttuğun kanısına kapıldığım bile oldu. İstanbul aşklar şehri. İlk aşkı insanı kendisine bağlayarak yaşatan nadir bir şehir. Bunca şiiri şarkısı olan bu şehrin gücüne hayran olman doğaldı belki. Bunda şaşırılacak bir yan yoktu... Gece söyleşilerimizi uzatıp gün doğumuna bilerek taşıman ve güneşin doğuşunu İstanbul’da görmek isteği pek rastlanan bir davranış değil elbette. Ama senin bazı anları bilerek yaşamak isteğinin olduğunu biliyorum. Gün doğumunu, güneşin yükselmesini bir gün hiç tasarlamadan yaşamak yerine bilerek ya da bütün gece uykusuz kalmayı göze alarak seyrettiğini veya o saate bilerek bilinçli kalkıp seyrettiğini biliyorum ben. “Güneşin, Nemrut’a doğuşu çok güzeldir.” palavrasına çok kızdığını da biliyorum. Bu koşullandırmalara ‘Pavlov’un köpeği olmak insana yakışmaz” diyerek tepki göstermen de anlamlıydı. İnsan içselleştirmesini bildiği sürece yaşayacakları her yerde ve her koşulda güzeldir. Hayatı güzel kılan anlamlı yapan bizim onunla olan ilişkimizdir. Dünyanın her hangi bir yerinde yaşayacağımız güzellik, bizim hayatla, hayatın bizimle olan ilişkisinin bir ürünüdür. “İstanbul da güneşin doğuşunu güzel eden, güneşin doğuşu sonrası birlikte olacağım sevdiklerimdir.” demen bu yüzden çok anlamlıydı...
YOLLARDA 3
İçine dönüp yaptığın hesaplaşmalardan bana asla söz etmedin. Yakınlığımızın sınırsızlığına inandığımızda bile senin gizlerin oldu. Ne yalan söyleyeyim ben de senden bir çok şeyimi sakladım. İçimize dönüp baktığımızda bulduğumuz biz, bazen bizi ürküttü. İnsanın kendisini değiştirme şansı yoktur. Ben “beni” atıp bir başka “ben” alamayacağıma göre bulduğum “benle” yaşamak zorunda kalabilirim. Ama bir başkası, benim dışımdaki biri, bulduğu “beni” beğenmeyip değiştirmek veya en azından ondan vazgeçmek isteyebilir. Bu korkuları ikimiz de yaşadık. Bu aramızdaki aşılmaz tek duvardı. İlerde bir gün aşılır mı bilmiyorum. Kelebeğin kozasını yırtıp çıkması gibi değildir insanın içinde kendini sakladığı kabuğunu kırıp çıkması. Kelebek günü geldiğinde istemese de kozasını doğanın gereği yırtıp çıkar. Güneşe açtığı kanatlarında yansıyan renklerle göz kamaştırır. Ama insan kendisini hapsettiği kabuğu içinde bir ömrü yaşayabilir. Hiç bir insan vazgeçilmez değildir. Bunu biliriz hepimiz. Ama bu gerçeği hep saklarız. Kendimizi bile kandırıp hep bunun aksini söyler dururuz. Sen benden vazgeçer misin bilmiyorum ama ben sensiz eksik yarım olabileceğime inandırdım kendimi... Sensizliğim, daha önceki yalnızlığımdan daha fazla yalnız bırakır beni. Bu konuda senin daha katı olduğuna inanıyorum. Benden daha sakin daha uslu ve akıllı görünmene rağmen daha katı kararlar alabildiğini de yaşadım. Çabuk kızan, çabuk parlayan yanıma güldün. Öfkemin geçmesini sabırla bekledin hep. Ve ben bütün bu çıkışlarımla senin sabırlı bekleyişlerinle durduruldukça sana hayranlığım ve sana bağlılığım büyüdü. Hiç söylemesen de, sen de benim, senin asla yapamadığın bu anlık saman alevi parlamalarıma hep özendin. Bu zıtlığımızdı bizi ayrılmaz bir birinden vazgeçilmez yapan. İçine çıktığın yolculuklarında beni yanına almadığında sana kızmadım. Çünkü ben de kendi içime yaptığım yolculuklarımda yalnızdım. Ama her dönüş sonrası bir birimize anlatacak daha çok şeyimiz vardı. Her yaşadığımızı her görüp işittiğimizi anlatmasak da neler yaşadığımızı üç aşağı beş yukarı bildik o yolculuklarda. Ben seni buldum her yol ayrımında, sen benimle kucaklaştın her köşe başında. Birlikte çıkmasak da içimize yolculuğumuza, bir birimizi bulduk her seferinde yolculuğun bir yerinde. Bizim sohbetlerimiz aslında kendi kendimizle konuşmaya benziyor bir yanı ile. Diğer yanı ise her söyleşimiz yeni bir ufuk açmak gibi. Sen benim iç sesim oldun. Ben senin ifade etmediğin, geçiştirdiğin ne varsa dillendirdim. Kendi içimizde ne kadar bir birimiz ile uğraştıksa, dışarıya karşı da o kadar birlik içinde göründük. Bir birimizi bütünledik, tamamlandık. Sıkılı bir yumruk gibi dışa kapalı güçlü... Benim “İnsan biraz da kendi için yaşamalı.” Gülmeli eğlenmeli demelerime karşılık "biz, bizi çevreleyen dünyadan bağımsız değiliz" deyip sen frenledin beni. Eğlenmekse birlikte yaşadıklarımızla olmalı deyip bir elini bana uzatıp diğer elini sokak çocuklarına uzattın. Bir kere olsun görmezden gelmedin çevrende olup biteni. Baş başa olmadık diye yakınmaya cesaret edemedim. Kabul etmesem de haklı olduğunu biliyordum. Kızsam da bazen her şeyin bir açıklamasını yapman, her olayın bir mantığını kurman hoşuma gidiyor... Bazen yeni yetme bir genç gibi her şeye tepki veren her şeyi ukalaca eleştiren ben olduğum halde, bu eleştirilerimden çok farklı şeyleri yapmak isteyen de ben oldum. Hayat sandığımızdan uzun değil. Ve yaşadıklarımıza bakacak olursan telaşlanmakta da haklıyım... Şairin dediği gibi bir sarp kayadan bir denize atlar gibi atlayamadık hayatın içine senin yüzünden. Sana kırgın mıyım bu yüzden? Tabii ki değilim ama her şey daha farklı olabilirdi. Seni suçladığımı düşünme sakına. Benim de hatalarım oldu. Sana yaptığım haksızlıklarım az değil. Yan yana yürüyen iki insanın bir dar geçitte bir birine çarpmaması olanaksızdır. Bazen birinin diğerinin önüne geçtiği dar yollar olur. Geriye düştüğümde beni bekledin. Çıkılmaz dik yamaçlarda elimden tutup beni çektin yukarıya. Seni bazen uçurumların kıyısına sürükledim. Olmaz yollara soktuğumda oldu. Ve bir gün yakınmadın. Benle oldun en zor yolculuklarımda. Sana yük olduğumu düşündüğüm zamanlardan birinde beni bırakmanı istedim. Kendi yolunda bensiz yürümeni önerdim sana. İçim acıyarak ve kabul etmemen için bildiğim bütün duaları okumaya hazırdım o an. Ama sen gülümseyip bana: “Az dinlen devam ederiz dedin” Sonrada birlikte iki kişilik bir çokluk olduğumuzu, birimizin diğerini bırakması veya birimizin diğeri için kendinden vazgeçmesinin anlamsızlığını anlattın bana. Haklıydın, seni dinlerken nasıl oluyor da bu zor anda bunları düşünebiliyor deyip hayranlığımı gizleyip sustum sadece. Oysa kalkıp boynuna sarılmak gelmişti içimden o an. Bunu yapmadığıma şu an çok pişmanım. Benim seçtiğim yoldu ve ben kendi seçtiğim yolda yorulmuştum. Seni sürüklediğim bu yolculukta önce ben yorulmuştum. Ve sonra sen önüme düşüp benim yolumda bana yol gösterdin. Sen önüm sıra yürürken, ben ardında, sözlerinden yalnızlığımızın sırını çözmeye çalışıyordum. Önce içimizdeki çeşitliliği yok ediyoruz. Deli yanımızı köşe bucak saklıyoruz, asi yanımızı darağacına gönderiyoruz ayakları altındaki tabureye kendimiz tekme atarak. Uçarı, çocuk ve şımaran gülen ve güldüren yanımızı susturuyoruz. Geriye kalan toplumun o an kabul ettiği akıllı uslu yanımız yalnız başına kalıyor. İçimizde kendimizi azaltıp yalnızlaşırken ilişkide olduklarımızı da bize benzeyenler benzemeyenler diye önce ayıklayıp sonra benzeyenlerin bizim için kendilerinden vazgeçmelerini sağlayarak geriye bir biz kalıyoruz. Bu duraksamadan sonra insan artık yalnızdır. Çaresiz yalnızdır. Hesap ortadaydı dediğin gibi iki kişilik bir çokluğu bire indirmek en basit matematik hesabıydı ve bunu görmemek sadece bir ahmaklık olabilirdi.
Senden başkasını asla...
AĞLADIM Hüzün yıldızları parlıyor bugün gökyüzünde, Bu gece yine için için yanıyorum, Oturmuş seni düşünüp ağlıyorum, Seni, gidişini, sevişini, herşeyini... Unutamıyor işte seni şu yaralı kalbim, Yaptıklarını hatırlayıp, pişman oluyor... Seni düşünüyorum bu gece, karanlık gökyüzünde... Simsiyah gökyüzünde parlayan yıldızları seyrediyorum, Onları sana benzetiyorum, Kararmış kalbimin bir kenarında yanan meşale misali... Dedim ya, seni düşünüyorum bu gece, Beni sevdiğini, bana nasıl baktığını, bana nasıl güldüğünü, Ellerimi nasıl tuttuğunu, ellerini nasıl tuttuğumu, Büyüyen bir ateş gibi sevgimizin nasıl çoğaldığını Ve birgün ansızın bırakıp gidişini... Son vedanı hatırlıyorum, gözlerime ağlarcasına baktığını, Gözlerini kalbime gömdüğünü hatırlıyorum, Bir daha çıkamasın diye... Çıkamadılar zaten kalbimden gözlerin, Ölüler dirilirler mi ki gömülenler çıksın, gitsin? Gittin son bir veda ile gözü yaşlı, Elimde kolyen, ardından dakikalarca baktım, ağlamaklı, Sıkıldım, üzüldüm, perişan oldum ama ağlamadım... Ağlayamadım, engel oldu gururum, engel oldu aşkım, Uzaklara gittin, belki birdaha asla geri dönmemecesine, Özledim seni deliler gibi, özlüyorum hala... Sen bir yerde ben bir yerde, yinede sönmedi sevgimiz, Aksine çoğaldı dağlar gibi oldu hasretimiz... Hep seni hayal eder, hep seni düşünürdüm, Sesini duyunca yaşar, duyamayınca ölürdüm, Aradın beni aylarca bir sevgi uğruna, Ne yazık ki, ihmal edildin bir hata uğruna, Kırıldın, ağladın, affettin ama hep sevdin, Beni sevdin gülüm beni, kalbi kırık bir vefasızı, Yine ihmal edildin yine unutuldun bir hiç uğruna, Yine kırıldın, yine ağladın, yine affettin... Bir daha unutuldun, sevdanla başbaşa bırakıldın, Yine kırıldın, yine ağladın ama bu sefer affetmedin... Sevdiğini en mutlu gününde öldürdün, Ve ardına bakmadan gittin... Beni benle başbaşa bıraktın, yıkıldım, üzüldüm, kırıldım... Senden ayrılınca kaldım çaresiz, sevgisiz ve birde sensiz, Hep sensizdim zaten ama şimdiki kadar asla değil... Parçalanmış bir kalbe sahip oldun mu sen hiç? Parça parça edilmiş, yıkık ve virane, Bir o kadarda vefasız... Önceleri üzüldüm, yıkıldım ama asla ağlamadım... Geldi geçti deyip senide gözlerin gibi kalbime gömdüm... Unuttum dedim, unutacağım dedim, Unutamıyorum dedim, UNUTMAM dedim... Önce gözlerin sonra sen çıktın kalbimden, Bir vicdan azabıdır başladı ölü yüreğimde, Hiçbir şey kalmadı, senden başka kalbimde, Hatıraların, gözlerin ve sözlerin... Şiirlerini getirdiler bana, Beni öldüren şiirlerini... Vefasız dediğini duydum, yıkıldım, Düşündüm seni gecelerce daima tek başıma, Şiirlerin öldürdü, hasretin yaktı yüreğimi, Kırıldım, üzüldüm, yıkıldım ve en sonunda ağladım... 3 kişi ağladık sana; ben, kalbim ve gözlerim... Sana yandım, seni sevdim, seni hatırladım heryerde... Belki birgün sesini duyarım umuduyla Telefon bekledim günlerce, Telefon gelmeyip sesine hasret kalınca Ağladım ağladım, Sana yaptıklarımı ancak o zaman anladım... Duydum ki kalbini vermemişsin kimseye, Olurda içinde görürler beni diye... Benim kalbimide istediler, ama vermedim kimseye, Olurda içinde seni görürler diye... Gökyüzü yıldızlar ile doluydu, ben hep seni düşünürken, Hüzün yıldızları koydum adlarını, seni hatırlatıyorlar diye, Aynı onlar gibi sende benden çok uzaklardaydın, Hep göz kırpardın uzaktan, sessizce, Bense hep seni bekledim kırık kalbim, yaşlı gözlerimle... Bazen hayallere dalıyorum, seni düşünüp ağlıyorum, Seni ve sevgini arıyorum hep kalbimde... Düşmüyor adın hiç dilimden, Öleceğim gülüm bir gün ben, Senin sevginden, senin derdinden... Bir gün göreceğim yine belki seni, Seni, beni unutmuş, benim olmayan seni... İşte o an aşkımın gözyaşlarını hatırlayacağım, Ve yine bir köşeye oturup ağlayacağım... Yemin ettim senin üstüne sevmeyim başkasını diye, Ve heryerde, her zaman tekrarlıyorum yeminimi; Seni unutmam için öldürseler bile, Karşılık olarak dünyayı verseler bile, Darağacı kurup idam etseler bile, Senden başkasını asla sevmeyeceğim...
Aşkı yaşamak...
haykırmak istersen dünyaya...hemde boğazın yırtılırcasına....ağlamak istersen delice... hemde göz yaşlarını kuruturcasına...sevmek istesen...hemde körü körüne...sevmek...sevilmek...aldatmak...ağlatmak...isyanlara başvurmak...işte aşkın kuralları..birde terk etmek var...seversin onu...hiç kimseyi sevmediğin gibi...aklınca hiç ayrılık yoktur...hep böyle devam edecek zannedersin ...ama evdeki hesap çarşıya uymaz...bir film şeridi gibidir aşkı yaşamak...sahneleri çok güzel uyarlanmıştır...oynayanlarda ilerini çok iyi becerirler...fakat bir eksikleri vrdır...bir türlü bu filmin sonunu oynmak istemezler...kabullenemezler ayrılık sahnesini...bakarsın birden sahneyi terk etmiştirler..yada ölüme kucak açmışlardır...boğaz köprüsüne...bitlis kalesine...uçurumların kenarlarına doru yola çıkmışlardır...k ibu sahneden,ayrılık sahnesinden kurtulabilmek için...ölümüne bi yolculuğaçıkıverirler...yetişmek istersin...yetişemezsin..kurtarmak istersin...kurtaramazsın..dayanamazsın...ağlrsın..iki damla nafile gözyaşlarıyla... aşkın kuralı bu işte ...ya sahnenin sonunu iyi oynayacan...yada terk edecen bu dünyayı..